Stres ve Öğrenmenin Ardındaki Nörobilim

Standart testlerin ve giderek artan oranda yapılandırılmış bir müfredatın acı gerçekleri, sınıfların stres düzeylerini belirliyor. Nörogörüntüleme araştırmaları, stresli öğrenme ortamlarında, beynin öğrenme devrelerindeki ve nörotransmiterlerdeki (uyarıcılara tepki) rahatsızlıkları ortaya çıkardı. Öğrenme hakkında yapılan bir nörobilimsel araştırma ise stres ve endişenin, hafıza, pozitif motivasyon ve bir şey üzerinde çalışma  gibi beynin ana fonksiyonlarına olan negatif etkisini ortaya çıkardı.

Pozitif Motivasyonun Kanıtlanmış Etkisi

Şükürler olsun ki, bu bilgi, müfredat tarafından dayatılan eğilimlerin kasvetli bölgesinde, öğrenciler için beyinle uyumlu stratejilerin geliştirilmesine sebep oldu. Sınıf kaygısını azaltan ve öğrencilerin dersleri ile bağını artıran beyin odaklı eğitim stratejileri ile öğretmenler, öğrencilerinin çok daha etkili öğrenmesine yardımcı olabilir.

Geçtiğimiz 20 yılda, nörogörüntüleme ve beyin haritalama araştırmaları, öğrenci merkezli eğitim modeline kayda değer destek sağladı. Beyin üzerinde yapılan araştırmalar, sınıfta yaşanan deneyimlerin öğrencilerin hayatları, ilgi alanları ve deneyimleri ile ilgili olduğunda ancak etkili öğrenmenin gerçekleştiğini ortaya koyuyor. Örneğin dersler korkutucu olmayacak şekilde uyarıcı ve zorlayıcı olabilir. Ya da artan müfredat gereklilikleri, bir okul gününün tipik duyguları olan stres, kaygı, sıkılma ve yabancılaşma olmadan da yerine getirilebilir.

Yetişkin ve çocuk nörolojisi alanında nörogörüntüleme ve beyin haritalama yöntemlerini uygulayarak geçirdiğim 15 yıllık çalışma hayatım boyunca öğrenme güçlükleri dahil olmak üzere pek çok yetişkin ve çocukla beyin fonksiyonu düzensizliği üzerine çalıştım. Tekrar üniversiteye geri döndüğümde, bizim zaten bildiğimiz nörogörüntüleme araçları artık eğitim araştırmacıları için de kullanılabilir olmuştu. Okullarda ve sınıflardaki yaygın kullanımının da tüm dünyada çok yakında gerçekleşeceğine inanıyorum.

Beyin üzerinde yapılan araştırmalar gösteriyor ki, sınıf deneyimleri motive edici ve çekici olduğu sürece gerçek öğrenme gerçekleşiyor. Pozitif motivasyon; beynin metabolizmasını, hafıza bölgeleri aracılığıyla uyarılan sinir iletimini, beynin temel yönetici fonksiyonlarını ve dikkati artıran nörotransmitter’lerin salınımını etkiliyor. Kendileriyle ilgili dersler, öğrencilerin kendi eğitimlerinin birer ortağı olduklarını hissetmelerine yardımcı olurken, derslere kendilerini vermelerini ve motivasyonlarının artmasını sağlıyor.

Artık stresli ve oldukça sorunlu bir dünyada yaşıyoruz. Bu çocukların büyümesi için pek uygun bir yol değil. Okullar, çocuklara duygusal rahatlık ve keyfin yanı sıra bilgiyi de sağlayan güvenli birer sığınak olabilirler. Öğretmenler stresi azaltmak ve pozitif bir duygusal ortam yaratmak için çeşitli stratejiler kullandığında, öğrenciler duygusal esneklik kazanırken çok daha etkili öğreniyorlar.

Nörogörüntüleme ve EEG Çalışmaları

EEG (Elektroensefalografi) ve metabolik aktivite çalışmaları, bize bilginin beyine girişi ile birlikte oluşan beyin aktivitesini gösteriyor. Beyin odaklı öğrenme araştırmaları, bilgi işlenirken ya da depolanırken, hangi tekniklerin ve stratejilerin, beynin bölümleri arasındaki ilişkiyi harekete geçirdiğini ya da engellediğini görmemizi sağlıyor. Diğer bir deyişle, bu sayede öğrencilerin anlama ve öğrenme sırasında beyinlerinde oluşan bariyerleri tanımlamamız ve ortadan kaldırabilmemiz mümkün!

Limbik sistemin bir parçası olan amigdala, önceleri endişe ve korku tepkilerinin oluşmasında birincil role sahip bir bölge olarak bilinirdi. Gerçekten de amigdala tehdit edici bir durumu algıladığında, aşırı aktive olur. Öğrencilerde, amigdaladaki nöro-görüntüleme bulguları, çaresizlik ve kaygı duygularıyla birlikte görünüyor. Amigdala, stresle uyarılan aşırı aktivasyon durumundayken, yeni bir duyusal bilgi bu bölgeden geçip hafıza ve bağlantı kurma devrelerine ulaşamıyor. Özet olarak bilim diyor ki; eğer çocuklar stresli ise bilgi beyinlerinden içeri giremiyor. Peki stresli duygusal durum ne zaman oluşuyor? Öğrenciler kendilerini akademik deneyimlerine yabancılaşmış ve anlama eksikliği dolayısıyla endişeli hissettiklerinde…

Amigdala, hipokampus (beynin, hafıza ve yön bulmada önemli rolü olan bölgesi) ve limbik sistemin kalanı hakkında yapılan nörogörüntüleme çalışmaları ve öğrenme sürecinde salgılanan dopamin ve beyindeki diğer kimyasal transmitter’lerin ölçümleri ise şunu ortaya koyuyor: Öğrencilerin rahat hissetme düzeyleri, bilginin beyine aktarımı ve depolanmasında ciddi etkilere sahip. Rahat hissetme düzeyini etkileyen faktörlerin başında ise kendine güven, güven, öğretmene ve okula duyulan pozitif hisler geliyor.

Neşeli Öğrenmenin Gücü

Etkili düşünme, bağlantı kurma, bir şeyi tam anlamıyla kavrama anları ve yaratıcı buluşlar Alfie Kohn‘un “coşkun keşif” diye tanımladığı atmosferlerde gerçekleşiyor. Bu, her yaştan öğrencinin, henüz anaokulu çağındaki bir çocuğun her gününü, öğrenmenin neşesi ve heyecanıyla yaşaması hissini hiç kaybetmemesi ile mümkün.

Nörobilim dalındaki tüm bu araştırmaların ve bulguların ışığında müfredatın, derslerin ve sınavların tasarımını tekrar düzenleyebilmek gibi büyük bir şansımız var artık. Neşe ve istek öğrenmenin gerçekleşmesi için kesinlikle en gerekli duygular.

Tüm bu bilgileri içeren bir eğitimi tasarlamak artık bizim için hem bir meydan okuma hem de büyük bir fırsat değil midir?

 

Kaynak: http://www.edutopia.org/blog/neuroscience-behind-stress-and-learning-judy-willis?utm_source=facebook&utm_medium=post&utm_campaign=blog-neuroscience-behind-stress-and-learning-link

 



  FACEBOOK YORUMLARI